10 Ekim 2014 Cuma

Voyage of my Life

Misler gibi ana dilim dururken İngilizce başlık atmam saçma aslında. Lakin bu yakınlarda öyle bir deniz seyahati yaptım ki, dostlar başına! Bu seyahate ev sahipliği yapan teknenin adı da "Life" olunca başlık bir nevi kaçınılmaz oldu.

Akşamına fırtına uyarısı yapılmış olsa da nasıl aydınlık, nasıl sıcacık bir Pazar sabahıydı...
Tekne kelimesi ile aynı cümle içinde telaffuz edilmesi bile felaket demek olan minik oğlumuz Mert'i halasına satıp 3 Yanık çıkmıştık güverteye: Ben, Eda ve daha önce defalarca denize açıldığı için artık Life'ın kıdemli tayfası sayılabilecek aslan parçamız Ömer Kağan...
Ömka'nın "sözlüsü" Damla ve müstakbel dünürlerimiz Müjde ile Işık her zamanki konukseverlikleri ile karşıladılar bizi. Işık'ın abisi Güneş ve onun oğlu Ege'yi de sayınca 8 kişilik mürettebat demir almaya ve şehrin kuru toprağını arkamızda bırakmaya hazırdık artık. Adeta İstanbul'un mendebur yüzünü gizlemek istercesine sahile set gibi çekilmiş o beton yığınlarına sırtımızı döndük ve "Vira Marmara!" dedik. Kendimizi Adalar'ın ardına atmamız uzun sürmedi.

Yeşil ve mavi baş başa kalma fırsatını bulduklarında ne de güzel anlaşıyorlar... Deniz billur, hava ılıman, keyifler süt liman; eşine az rastlanır bir huzur tablosu. Yüreklerimizde lotodan büyük ikramiye tutturmuş Küçük Emrah coşkusu...



Evet, pek mutluyuz... birimiz hariç! Hayret, Eda'ya tekne dokunmazdı ki böyle? Daha demir atacağımız yere varamadan iki poşeti doldurdu kızcağız. Şaşırdım tabi. Balıkları deniz tutar, Eda'yı tutmaz, ben böyle bilirim.

Balık demişken... Avcılık konusunda bana meydan okuyup her seferinde ağır madara olan Işık Kaptan artık yenilmeye doymuş pehlivan misali günün yegane aktivitesini yüzme olarak belirlemiş. Tabi, akıllı adam. Bizim çocuklar da Allah için denizin hakkını verdi! Tekneden kaç kez atladılar, o gün kaç yüz kulaç attılar, saymanın imkanı mümkünatı yok.

Tabi deniz iştah açıyor bir yandan. Baş döndürücü kokular da tütmeye başladı mı mutfaktan? Nefis köfteler arz-ı endam eder etmez misyoner avlamış yamyamlar gibi yumulduk üzerlerine! O yarım saatin fonuna tamtam sesleri iyi giderdi diyim, siz anlayın :)

Fakat hızımız kesildi mi?
Nayır.
Daha fazla yimek!

Balık tutma alternatifini gündeme getirip bir kez daha azametime şahit olmayı maçası kesmeyen Işık'ın imdadına abisi yetişti. Mürettebatta profesyonel dalgıç olmasının nimetleri işte; 2 kova dolusu midye topladık. Geçtik teknenin burnuna, aldık elimize bıçakları, bir güzel ayıkladık. Ben ilk başta abi-kardeşe ayak uyduramadım tabi, adamlar deneyimli. Eda desen o da mutfakta kıdemli. İlk midyemi açıp temizlemem yaklaşık 5 dakika sürdü. Sonraki 1 dakika... Derken dakikada 3-4! Benim bir anda taze manikürlü Cadde kızından elleri nasırlı Sarıyer balıkçısına dönüşmem ahalide bir nebze şaşkınlık uyandırmadı değil. E Karadeniz uşağıyız olm, şaşacak ne var, olacak o kadar!

Neyse efendim, kızgın yağda bir güzel kızarttık biz bu midyeleri. Ne un var, ne tarator, n'aparsın tekne hali. Fakat bu sadeliğiyle bile bir çerez kıvamı, bir lezzet pınarı ki vatandaş, parmaklarını yersin! Ee, taze taze çıkarmışız denizden, Umut Usta'nın pıçağı değmiş bi kere, tatsız olacak hali yok ya...

Biz böyle afiyet ve muhabbet halindeyken hafiften bir rüzgar çıktı. Derken göç eden leylekler geçmeye başladı üzerimizden... Kendilerini hava akımlarına bırakıp kah spiraller halinde göğe yükselen, kah bir şarkının notalarıymışcasına kusursuz bir armoniyle süzülen binlercesi! Belki de günün en güzel anı bu zarafeti seyretmek, bu zarif yaratıkların mucizevi dansına şahitlik etmekti. Onlar adaların ardında kaybolurken rüzgar da sevimsizleşti biraz. Deniz "müsadenizle ben biraz dalgalanıyorum agalar" dedi. Eda da "yar bana bir poşet!" diye yerinden kalkınca misafirliğin kısası makbuldür diye düşünüp demir almaya karar verdik.

Hayat, arkadaşlar. Bir bakıma tatsız bir yolculuk, değil mi? Tüm gücünüzle ileri doğru koşarken değil belki, ama yorgun adımlarla geri dönerken... Life'ın dönüş yolculuğu da tam olarak böyle oldu işte. Batı ufku bir anda karardı; koyu laciverte çalan bulutlar "oraya gelirsem ağzınızı burnunuzu ıslatırım" dercesine tehditkar, kuruldu gökyüzüne. Rüzgar da hızını bir iki vites arttırınca deniz hepten kabardı; haliyle Life dalgaların üzerinde fındık kabuğu misali çaresiz çırpınır oldu. Mürettebatta benzi birkaç ton atanlar olsa da halen asayiş berkemal sayılır. Hele bende bir keyif ki sormayın.

Tam benim havam. Teknenin burnuna konuşlanacağım. Pruvada patlayan dalgaların serpintisi yağacak üzerime. Rüzgar bir pastanın kremasını ayırır gibi deniz yüzeyinden damlacıklar kaldırıp savuracak yüzüme. Suskun kalmaktan sıkılmış doğa yükseltecek sesini ve bastıracak motor gürültüsünü!... diye aşka geldiğim sırada fark ettim ki motorun gürültüsü gerçekten kesilmiş.

Durduk resmen.
Kalamış açıklarında, Kınalı'nın sırtındayız ve hareket etmiyoruz.

"N'oldu Kaptan? Platin meme yaptı herhal" diye takıldım Işık'a. Lakin durum ciddi galiba. Bir daha yükleniyor, zorluyor, dinlendirip tekrar deniyor. I-ıh; münasebetsiz motor arada bir çalışır gibi oluyor, sonra hemen fikrini değiştiriyor. Ne kadar kalp masajı yapsak da nafile. "Hayat" durdu bir kere.

Bozulan havanın üstüne bir de motor böyle su koyverince ufaktan bir panik havası baş gösterdi teknede. Damla geldi yanıma sokuldu iyice; ağladı ağlayacak. "Yaşayacak mıyız Umut Amca, yoksa sonumuz geldi mi?" diye soruyor çaresizce, artık repliği hangi filmden kapıp getirdiyse :) Ege ağlıyor bir yandan. Abi rolünü de, serdeki erkekliği de çoktan rafa kaldırmış; can derdinde. Bir tek benim aslan oğlum sakin, yetişkinler gibi teselli ediyor herkesi, öyle itidal sahibi.

Damla'ya şöyle sıkıca bir sarılıp "Sana hiçbir şey olmasına izin vermem" dedim, artık repliği hangi filmden kapıp getirdiysem :) Tabii ki de elimiz armut toplamıyordu; yaklaşan fırtına tehlikesine biz de beyin fırtınası ile karşılık verdik. Önce sorunun kökenini tespit etmeye çalıştık ki ardından olası çözümleri değerlendirebilelim. Motor mu yandı acaba? Filtreye yosun mu yapıştı? Yoksa yakıt mı bitti? Kaptan bi daha bassan şu kontağa?

Tık yok.

Şüphelerimiz yakıtın bitmesi üzerinde yoğunlaşınca birden Işık'ın aklına jeneratör geldi. Öyle ya, onun tankında bir miktar mazot olmalıydı, kullanabilirdik. Hey yavrum Işık, Walter White mısın be!

Hemen kaldırdık emektarı getirdik, yakıt kapağını açtık. Sonra 1 litrelik pet şişeyi kesip huni haline getirdik ve teknenin yakıt depo boğaz borusuna dayadık. Gel gör ki hain jeneratörden yarım litre mazot ya çıktı, ya çıkmadı. Biraz daha damlasın diye yayık gibi salladık ama garibim daha fazla yardımcı olamadı derdimize.

"Abilerim, ablalarım, adım jeneratör, elimden gelen bu kadör."
(Farkındayım. Esprinin kalitesi de parlak fikrimizin çözüm verimliliği gibi güdük kaldı :))

Ben şakaya vuruyorum ama durumlar gergin, Işık da öyle. Baktım telsizi aldı eline. Bu tip acil durumlar için kullanılan 16. kanala geçti. Normalde bu frekansın mayday mesajları için temiz tutulması gerekir ama hamdolsun, Türkiye burası. Bu naçiz kulaklarım telsizden şöyle seslerin yükseldiğine şahitlik etti:

"İiizmail Kaptaaan! Ula ula doldurmuşsun takayı! Akşam piize gidiyok, mezeler senden!"
"Ula başlatma gaptanundan, açul şordan! Yanaşamayrum senin yuzunden. Meze yiyeceemiş. Fuşki ye!"

Boğaz hattındaki motorcuları zaten pek severdim. Bugün daha da bir hayran kaldım.

Baktık 16. kanalda hayır yok, marinayla irtibat kuralım dedik. Tabi ya, marinanın işletmecisi Setur dünyanın aidatını toplamayı biliyor; bir çözüm üretebilmeli bu duruma. Çevirdik numarayı, çıkan görevliye verdik koordinatları, "gelin" dedik, "çekin bizi buradan".

"Bittabii efenim. Hayhay. Fekat... teknenizin boyu kaçtı acebağ?"
"10 metre."
"Oo-hoooov! 10 metrelik tekneyi çekemeyiz ki biz? Öyle bi imkanımız yok bizim."

Setur temsilcisinin bu yaklaşımı üzerine teknede homurdanmalar baş gösterdi. Lan 10 metrelik tekne nedir ki? Cücük kadar bişey. Sandal mı olmamız lazım çekebilmeleri için? Ne işe yarar bu adamlar? Zaten bu memlekette.....

Işık, muhalefetin yükselen sesine kulağını tıkayıp karşısındaki yetkiliyle uzlaşmaya çalıştı:

"Siz gelemiyorsanız gelecek birini bulun o zaman. Marina işletiyorsunuz orada, mutlaka bir acil durum planınız vardır."
"Eööem... Bi balıkçı teknesi var aslında burda. Size gönderebilirim göndermesine deee...."
"Evet?"
"Kaptan oraya gelmek için 600 TL para istirham ediyor."

Işık bir anda söndü. Gözleri ufka sabitlendi. Setur. Balıkçı. 600. Lira.

"Halouv? Ses... Hat kesildi galiba."
"ÇOLUK ÇOCUK TEKNEDEYİZ ULAN! HAVA PATLADI PATLAYACAK. İNSAN HAYATI BU! NE 600 LİRASI ŞEREFSİZLER! SİZİN BEN BALIKÇINIZI DA... TEKNENİZİ DEEE..."

Hışımla kapattı telefonu. Yine ufka kaydı gözleri. Dedim tamam, bu sinirle bize de giydirecek şimdi, yandık.
Lakin uzun zamandır üzerinde çalıştığı matematik probleminin çözüm formülünü bulmuş profesör coşkusuyla "YELKEN!" diye bağırıverdi aniden. Abisi Güneş hemen mesajı aldı ve hareketlendi. İki kardeş bir anda hummalı bir koşuşturmacaya giriştiler. Bir bakıyorum yanımdan Işık yuvarlanıyor. Ona doğru bir adım atıyorum, üstümden Güneş uçuyor. Turbo mu taktınız, nitro mu bastınız be adamlar? Güvertede bir kızılca kıyamet, ikisine de yetişemiyorum. Biri bumbayı bir taraftan diğerine çarpıyor, öbürü floku topluyor. Bense aritmetik açıdan etkisiz elemanım.

Derken Işık bir halat tutuşturuyor elime. "Asıl buna!" diyor. Yaşasın, görev! Bütün gücümle asılıyorum ama ne fayda? Yelken hiç oralı değil. Sağa çekiyoruz şişmiyor, sola çeviriyoruz tınmıyor. Bir naz ki böylesini ben Eda'da görmedim; mübarek bir türlü toplamıyor rüzgarı.

O saniye itibarı ile kendini hepten "Yaşlı Adam ve Deniz" formatına kaptırmış olan kaptanımız bu defa "O halatı bırak bunu tut!" diye haykırıyor. Elime ne verseler tutup asılıyorum. Düşünürsen, delikanlı adam için gayet sakıncalı bir tutum :Pp

Onca enerji, onca emek, hangi ara kire pasa bulandığını bilmediğim t-shirtler, ter damlayan kirpikler... Sonuç: Burnumuzu Kalamış tarafına doğru çevirebildik. Lakin bir milim ilerleyebildik mi?

Yok.
Olmayacak.

Çöktük yerlerimize. Benim aklıma "Suya atlasak, arkadan bikaç kulaç ittirip vurdurmayı denesek?" şeklinde mucizevi bir espri geldi fakat nedense yapmaktan vazgeçtim. Zamanlama açısından bu pek iyi bir fikir değilmiş gibi geldi bana. Onun yerine tekrar marinayı arayıp 600 TL'ye tav olmayı önerdim. Işık'ın yoğun protestolarına rağmen oy birliğiyle çevirdik numarayı fakat biz istemeyince balıkçı teknesini başka birinin yardımına yönlendirmişler.

Işık gelip geçen şehir hatları vapurlarından yardım istemek için korna çalmaya başladı. Dönüp bakan yok. En son gözüne kestirdiği büyükçe bir tekneye korna çalacak oldu. Ses çıkmadı. Trende uyup arıza yaptı meret! Korna bile paydos edince kahraman kaptanımızın omuzları düştü. Sürüklenmeyelim diye demir attık. Çareler tükenmek üzere...

...mi acaba?

Teknede iki kadın olduğunu unutmayalım arkadaşlar! Kadın varsa çare tükenmez. Kriz yönetimi konusunda biz erkekleri suya götürür, susuz getirirler. Bu kadar net.

Eda ile Müjde baktılar biz debelenip duruyoruz, çözüm falan da üretebildiğimiz yok, inisiyatifi ele aldılar. Bir telefon trafiği ki Turkcell'in santralinde benzeri bulunmaz! Öncelikle gönüllü olarak arama kurtarma faaliyetleri yürüten Dak / Sar isimli oluşumla irtibat kuruldu, koordinatlarımız aktarıldı. Ardından biraz internet araştırması yapılıp iki birimin daha numarasına ulaşıldı: Sahil Güvenlik ve Kıyı Emniyet (bu ikisinin anlamı aynı olmasına rağmen ayrı iki birim olarak çalışması ilginçtir). Telefonun biri kapanıyor, öbürü açılıyor. Enlemler boylamlar havada uçuşuyor. Biz erkekler andaval gibi seyrediyoruz!

5 dakika sürdü sürmedi, denizdeki her emniyet birimi teyakkuza geçti. Herkes bilfiil Life'ın peşinde. Atatürk Havalimanı'nda Justin Bieber neyse Marmara Denizi'nde biz oyuz!

Fakat bu durum da kesmedi bizim hatunların hızını. Biri tersanede çalışan yakınını arıyor, diğeri gemi motoru satan arkadaşını. Uzun yola çıkan 2. mühendis bile var portföyde. Hepsinden uzman görüşü alınıyor. Az kaldı kendi Wikipedia sayfamızı oluşturacağız.

Yeter mi? Yetmez! B Planı olarak balıkçı tekneleri ile de iletişime geçiliyor. Allah şahit, o kadar büyük bir ilgi ve dikkatle izledim, bu kadar balıkçının telefon numarasına nasıl ve hangi arada ulaşabildiler, takip edemedim. Büyükada'dan bir taka bulundu fakat fiyatı yüksek geldi (düşünün ki bu konuda bir borsa oluşmaya başlamış ve bizimkiler artık belli bir fiyat skalasına göre değerlendiriyorlar teklifleri). Bir diğeri Kınalı'daymış ama motoru bozukmuş. Beriki kendi gelemiyormuş ama bir tanıdığını yönlendirecekmiş. Life tam bir afet koordinasyon merkezine dönüşmüş durumda. Bu ikili, vaktiyle Titanic'in kaptan köşkünde yer alaydı o gemi batmazdı, na şuraya da yazıyorum.

Bunlar olup biterken benim telefonum ne güne duruyor peki? Fırsat bulsam ben de bir iki numara çevireceğim ama babam çeyrek saatte bir arayıp dakika ve skor sorduğundan bu pek mümkün olmuyor. Adamcağız da haklı; Eda kardeşime, kardeşim de babama yumurtlamış motorun son nefesini verdiğini. Meteoroloji de saatler ilerledikçe tamtam çalıyor, denizlerde fırtına alarmı diye... Babam sesleniyor hattın diğer ucundan:

"Hemen çıkın! Hemen çıkın oradan!"

Çıkalım baba, çıkalım elbette. Lakin nereye çıkalım ve daha da önemlisi NASIL çıkalım? Dolmuş değil ki kapıyı açıp kendini dışarı atasın?

Bu hengamenin ortasında bir de karanlık haber gelmesin mi Dak / Sar'dan?

"Size doğru yola çıkmıştık ama batan başka bir tekneden acil durum çağrısı alınca oraya yönelmemiz gerekti."

B... batan mı?
Batmış mı? Bildiğin batmış yani?

Damla yine hıçkırıklara boğulup sarılıyor bana: "Biliyorum bunlar son dakikalarımız. Bir daha asla güneşin doğduğunu göremeyeceğiz!". Çocuklara televizyonun kısıtlanması taraftarıyım.

Bir yandan da hepimiz daha yakından hisseder olduk tehlikeyi. Deniz bisikletiyle açılıp kaybolan gençleri, camları patlayan Bursa feribotunu, motoru yanan Kabataş vapurunu falan ertesi gün değil de o an duymuş olsak birkaçımız düşüp bayılabilirdi belki.

Neyse ki Dak / Sar arayı açmadı ve çok geçmeden yetişti bize. Life'ın havası değişti bir anda, fakat umutlanmak için henüz erken, çünkü "tekneyi Kalamış'a çekemeyiz" diyorlar, "adaya belki"... O belkinin de bize maliyeti anlıyoruz ki saat başına yalnızca ve yalnızca 130 Türk Lirası. Denize selam veren borçlu çıkıyor, öyle kapitalist bir doğa.

Işık Kaptan Dak / Sar'ın teklifine okey verecek gibi olsa da Güneş'le biz itiraz ettik bu sefer. Yok dedik, nasılsa Sahil Güvenlik de gelecek birazdan, onlar marinaya çeker tekneyi. Dak / Sar yalnızca kadınları ve çocukları alıp karaya sağ salim ulaştırsa yeterli. Biz bekleriz Life'ın başında.

Erkeklerin yüzünde nasıl vakur bir eda... Uf, birazdan İngiliz ordusuna karşı taarruza geçecek klanların başındaki Mel Gibson'ız her birimiz! Bu asaletimize pek pabuç bırakmayan Eda ve Müjde direnecek gibi oldular ama kararlı duruşumuzu görünce can yeleklerini giydiler. Biz kasım kasım kasılmaya devam. Ver abicim arkadan, son ki üç dört: Ceeed-din dedeen!...

Fakat işte o destansı manzumeyi yaşatmadı bize Dak / Sar. Kim derdi ki bu onurlu ayrılık sahnesinin soundtrack'i Benny Hill Show olacak ve başrolü de Dak / Sar zodyakındaki iki sakar çalacak? Aman Allahım! Birinin elinde telsiz, öbürünün elinde dümen, iki saatte yanaşamadılar bizim tekneye. Tamam deniz fena dalgalı, fakat siz arama kurtarmasınız kardeşim; azıcık atik, azıcık maharetli olun. Zodyak sağdan dolanıyor, olmuyor. Soldan dönüp halatı sallıyor, karavana. Bakıyorum görevli personelin her ikisi de fena halde iyi niyetli fakat ortaya koydukları sahne performans Edi ile Büdü'den öteye geçemiyor. Neredeyse "bizi boşverin a şapşallar, kendinizi kurtarın!" diye sesleneceğiz adamlara.

Adamlara değil belki ama, yeri gelmişken genç kızlarımıza seslenmek istiyorum buradan: Baywatch falan var ya, küllüm yalan. Bir gün denizde mahsur kalırsanız sakın David Hasselhoff beklemeyin!

Zodyaktaki muhteşem ikili bizdeki izlenimlerini fark etmişcesine gurur yapıp bir şekilde Life'a yanaşmayı becerdi sonunda. Teknenin bir başına bir de kıçına güç bela iki halat atmayı başarabildiler. Halatları bağladık ama ailemizi iki Susam Sokağı karakterine emanet edip etmemekte tereddüt ediyoruz. Bizim hanımlar çevik çıkıp aceleyle zodyaka atlamasa belki de vazgeçip hep beraber Sahil Güvenlik'i bekleyelim diyeceğiz.


Tam da bu sırada Işık mahcup bir tavırla "Abi sen de bin istersen. Bu bizim meselemiz, abi-kardeş hallederiz gerisini." demez mi? "Yok" dedim, "dünyada terk etmem sizi, anca beraber kanca beraber!"
(Türkçesi: "Olm deli misin, ben böyle macerayı kaçırır mıyım?")

Ben kaldım, zodyak apar topar ayrıldı. Fakat bu defa da halatlardan birini bizim teknede bıraktı. Arkalarından seslendik ama rüzgarın uğultusundan, denizin çarpıntısından duyamadılar. Tam bu sırada Sahil Güvenlik botu ulaştı olay yerine. Kaptan bizimle telsiz bağlantısını kurdu ve geçmiş olsun diledikten sonra arızanın olası sebebini sordu.

"Ehm... Valla bilemiyoruz, yakıt bitmiş olab..."
"NEA?! Mazotu kontrol etmeden denize nasıl açılırsınız?!"
"Şimdi şöyle... Bizim teknenin deposunda şamandıra olmad..."
"NASSSIL açılırsınız kardeşim mazot koymadan?! Hayret bişey!"
"Efeem izah etmeye çalış..."
"SUS! Mazotsuz hağ? Aklım almıyor. NA-SIL?"

Sahil Güvenlik Kaptanı bir süre böyle atarlanıp hırsını tükettikten sonra yalnızca yolcuları alabileceğini, ama Life'ı çekemeyeceğini söyledi. Gerçekten "hayat" bazen çekilmez oluyor.

İyi de kardeşim, kim çekecek bu tekneyi? Deniz kızlarına haber mi salalım? Kaaveden yunus mu toplayalım? Tabi böyle diyemedik kaptana. Onun yerine, "hiç değilse Dak / Sar botundaki yolcularımızı sizin tekneye aktaramaz mısınız? Endişeliyiz, arkadaşlar acemi görünüyor. Kalamış'a varmadan alabora olurlar falan?..." diye ricacı olduk.

Neyse ki kaptan buna ılımlı yaklaştı. Dak / Sar'ın zodyakına haber salındı. İki kafadar bu defa da Sahil Güvenlik teknesine yanaşabilmek için cansiperane bir mücadeleye koyuldular. Fakat sonuç yine hüsran. Ne kadar debelenseler de başaramadılar. Sonunda olay yerindeki her üç teknenin mürettebatı da durumdan umudu kesince zodyak döndü, burnunu Kalamış'a verdi ve tam gaz uzaklaştı. Bize de Dak / Sar cengaverlerinin en azından marinaya vardıklarında iskeleye yanaşabileceklerini umut etmek kaldı. Zodyak, kabaran dalgaların üzerinden bir yavru ceylan estetiğiyle yüze seke gözden kayboldu. Bir süre bakakaldık ardından.

Ve sonra... paralel boyuta geçtik! Dişi unsurlardan arındırılmış her ortamda olduğu gibi Life güvertesinde de biz erkekler kabuk değiştirdik. Kadınlar bilmez tabi, Androjen Evren'in fizik kanunları farklıdır. Tepkime süreleri kısalır, tepkinin şiddet katsayısı yükselir, hatta tepkinin oluşması için herhangi bir etkiye ihtiyaç duyulmadığı zamanlar olur. Vücut kimyası mutasyon geçirir; beden dili sertleşir, ses yükselir ve çatallaşır. Bildiğimiz haliyle gramer metamorfoza uğrar; öyle ki küfürlü kelimeler cümle yapısı içinde adeta bir belgisiz zamir, bir sıfat tamlaması kadar nadide parçalar haline geliverirler. Bir duygu veya düşüncenin, tırnak içinde aktarılır gibi başına ve sonuna amk eklenerek ifade edildiğini görebilirsiniz. Marmara Deniz Piyade Tugayı'na hoş geldiniz.

Biz böyle "çarpma kodumun dalgası, iki dakka çarpma!" ya da "lan martı, sigigit başka yerde uç!" şeklinde mutlu mesut takılırken Kıyı Emniyet'in kurtarma teknesi arz-ı endam etti. Şimdi burada bir 9 Eylül coşkusu, bir damat halayı atmosferi bekliyorsunuz değil mi? Bunun yerine "Nerde kaldınız eşşolueşşekler" diye söylenerek karşıladık kurtarıcılarımızı. Suratlar asık. Sinirler tepede. Neredeyse kovacağız adamları. İşte bunlar hep Androjen Evren.

Kısa bir telsiz bağlantısının ardından bize atılan halatla iki tekne kenetlendi ve Kıyı Emniyet'in kaptanı demir almamız talimatını verdi. Lakin dalgası akıntısı derken çapa teknenin altından kıç tarafına doğru sürüklenmiş. Çekiyoruz, takılıyor. Kıyı Emniyet'in de yardımıyla teknenin burnunu düzeltip bir daha davranıyoruz. Bu defa da zincir makaraya tam oturmuyor.

"Lan çek çek gelmiyor bu, kaç metre saldın soktumun çapasını?"
"Harala gürele derken bi 30 metre kadar gitmiş abi."
"Ohh-tuz metre mi! Cebelitarık'a kadar salaydın?"

Kıyı Emniyet görevlileri baktılar ki biz demir almakta muvaffak olacak gibi değiliz, karşıdan "çapayı kesin" işareti yapmaya başladılar. Fakat bilmiyorlar ki çapamız onurumuzdur, onsuz asla ayrılmayız! Asılın yiğitler! Koman gaziler!

Bitmek bilmiyor çapanın dönüş yolculuğu. Karşıdan ısrarla gelen "kes kopar" talimatına birimiz "biraz daha sabır" talep eden el işaretleriyle cevap verirken bir diğerimiz "iki dakka bekleyin lağn!" diye haykırarak mesajı pekiştiriyor.

Neyse ki son derece sabırlı ve anlayışlı bir mürettebat var Kıyı Emniyet güvertesinde. On dakikalık ağır eforun ardından sağlama almayı başardık "onurumuzu". Hava iyiden iyiye bozmaya başlarken kurtarma teknesi nihayet "tam yol ileri" dedi; halat gerildi. Öncümüz hareket etti ve biz de kuzu gibi takıldık peşine.

Kıyı Emniyet'in rotasında süzüldüğümüz sırada fark ettik ki harala gürele derken Kınalı'ya doğru sürüklenmişiz biz. Arıza esnasında dalgalar Life'ı bir hayli geriye taşımış. Motorun durduğu noktaya varmamız yaklaşık yarım saat sürdü. Demek yardım gelmese, biz de demir atmış olmasak sürüklene sürüklene Burgaz'ı da geçip Heybeli'de falan karaya vuracağız :)

Tehlike yatışıp tansiyon düştükçe bizdeki gerilim yerini böyle şakalaşmaya bıraktı işte. Hatta ben bir ara abartıp "Abi bizde bugünkü makus talih varken şimdi bir de halat kopsa hiç şaşırmam. Hatta dur dur, ister misin Kıyı Emniyet de motor yaksın?"

Huahuhahaa!

İlahi Umut. Koskoca Kıyı Emniyet. Bunların motorları takviyeli. Kondansatörü, kompansatörü, jeneratörü. Artık bu da arıza yaparsa elinin körü.

Süzülmeye devam ettik. Bir ara gözlerimi fırtına bulutlarının kapladığı ufka dikmiş, donuna kadar ıslansa da gemisini terk etmeyen kaptan tribinin tadını çıkarırken Işık ve Güneş'in kahkahalarını duydum. Ardından Güneş seslendi: "Umut! Olm valla da stop etti Kıyı Emniyet'in teknesi! Motor yanmış, şimdi telsizden haber verdiler."

Huahuhahaa!

Şaka!
Şaka di mi lan?
Ş... şaka diil mi?

Değil. Valla da bozuldu. Cidden bozuldu. Resmen ve hatta alenen bozuldu.
Demek "motor patlasa" yerine "girdap çıksa" diyeydim şu an helvamızı yiyordunuz arkadaşlar.

E n'olcek?
Başka bir Kıyı Emniyet teknesi gelip bizim halatı devralacakmış. Önce bizi selamete kavuşturacak, sonra da dönüp kendi arkadaşlarını kurtaracaklarmış. Biz bu gidişle denizde çalışır tekne bırakmayacağız. Öyle böyle değil, dokunanın elinde kalıyoruz! Yan baktığımız batıyor, selam verdiğimiz motor yakıyor. Bir de karanlık büsbütün bastırıp yağmur da şiddetlendi mi? Rüzgar şiddetini arttırdı, hava utanmasa ayaza çalacak. Ulan o trafik ışığındaki dilenciye iki bozuk parayı çok görmeyecektik!


Bereket, ikinci tekne gecikmedi. Gayet usta bir manevrayla halatı devralıp bir saat içinde çekti bizi marinaya. Ben bu süreçte şom ağzımı kapalı tutmak için insan üstü gayret gösterince kazasız belasız vardık limana! Kıyı Emniyet'in tayfasına teşekkür edecektik ama Life'ın sağlam kalan son kalesi de düşünce bunu başaramadık; şarjı bitti telsiz ünitesinin!

Marina girişinde bizi iki zodyak karşıladı. Dümendeki amcalar nasıl rahatlar; adeta çarpışan araba sürer gibi biri önden biri arkadan, elleriyle koymuşcasına yerleştirdiler tekneyi iskeledeki yerine. Dak / Sar fenomeninden sonra böylesi bir pilotaja şahitlik etmek gözlerimizi yaşarttı.

Yanaşmasına yanaştık da tekneden inebildik mi biz? Bir tahmin edin, inebildik mi?

Kıçtaki köprü nasıl olduysa beton iskelenin altına kaymış. Işık bir taraftan asılıyor halata, ben öbür taraftan bir diğerini çekiyorum. Tekneyi sağa sola oynatarak köprüyü geri çekip kaldırmaya uğraşıyoruz. Vicdansız Işık, "Umut daha kuvvetli çek!" diye seslenip duruyor. Bizde senin gibi eldiven yok kardeşim, avuçlarımız patladı burda!

Böyle böyle, baya bir ıkındık ama sonunda bu işi de devirdik. Baktım köprü önümde. Kara dört beş adım ötemde. Artık bir an önce karşıya geçip toprağı öpmek istiyorum ama bir yandan da yaşanmışlıklar var. Final Destination misali bir son saniye felaketi olur mu diye tedirginim. Şu saniyeye kadarki talihimize bakılırsa tam köprü üstündeyken aniden patlayan bir hortuma yakalanabilirim. Ya da iskeleye adımımı attığım anda denizden kopan bir Tsunami'nin altında kalabilirim. Paranoyak oldum olucam!

Cesaret, Umut!

Gözlerimi kapayıp derin bir nefes aldım ve karaya adeta plonjon yaptım! Oh be! Oh yahu! Geriye dönüp iskeleye yaslanmış bitap tekneye baktım: Geçmiş olsun Life, seyrek görüşelim.

Ve koşar adım aileme doğru ilerledim.
Life geride kalmıştı.
Önümde yeni bir hayat vardı...




4 yorum:

  1. Umut,

    Ellerine sağlık. Bir korkunç tecrübe, ancak bu kadar komik ve şiisel anlatılabilir.
    Gözlerim sulandı gülmekten.

    Geçmiş olsun
    Denizi bilen anne

    YanıtlaSil
  2. yahu umut bey yeni okudum yazıyı ekşi sözlükten link ile buldum burayı. en başta geçmiş olsun. diğer tarafta da (edebiyat/türkçe ders notlarınız kaçtı?) hoş anlatımınız bu kadar uuuzunnn yazıyı rahatlıkla bana okuttu. bir ders daha almış olduk sayenizde. sanki benim başımdan geçti hani...

    ailecek sağlıcakla kalın

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Teşekkürler :)
      Beğenmenize ve okurken eğlenmenize sevindim.
      (Ders notlarım iyiydi ama ben çok yetenekli olduğum için değil, öğretmenlerim çok değerli olduğu için :))

      Siz de kalın sağlıcakla...

      Sil
  3. Bayıldım! Hani neredeyse halatın bir ucundan da ben tutayım diyecekyim,yeteneğinizi değerlendirseniz ne güzel senaryolar çıkar sizden kim bilir👏🏻

    YanıtlaSil